Nizamül Mülk ’e Dair Genel Bir Bakış
|
adamlarından biridir. O, âdil bir Vezir-i âzam olmakla
kalmamış, üniversiteler kurmak
suretiyle bilimin yayılmasına
çalışmıştır. Büyük sanatkâr
ve bilginleri korumuş, değerli eserler yazmış ve hükümdarlara en
doğru yolu göstermiştir.
Bütün bu büyük
özelliklerinden dolayı ona Memleketin
nizamlarının kurucusu anlamına
gelen Nizamülmülk adı verildi.
Nizamülmülk 1017 tarihinde Horasan ın Tus şehrinde doğdu ve zamanının ünlü hocalarından ders alarak yetişti. Aklı, bilgisi ve büyük insanlık meziyetleri ile önce Belh Hâkimi Ali
Bin Şadan ın emrine
girdi. Daha sonra yeni kurulmakta
olan Selçuklu Devleti nin hizmetine girerek Davut Bin Mikâil in, Alp
Aslan’ın, Melik Şah’ın baş vezirliğini ve danışmanlığını yaptı. Onun üstün yeteneklerinden dolayı her hükümdar
kendisini daha sonraki hükümdara tavsiye ediyordu.
Nizâmülmülk, vezir
olduğu
1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız
yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu
Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etmiştir. Vazifeli olduğu için
katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün
Selçuklu fetihlerinde bulunmuştur. Sultan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın
tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında
muvaffak olmuştur. Sultan Melikşah’a
muhâlefet eden veya başkaldıran
Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük
hizmetleri geçmiştir. Sultan Melikşah, devletin idâresinde
ona çok büyük ve geniş yetkiler vermiştir. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli
idâresi sâyesinde
de, Melikşâh’ın
saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
Nizamülmülk alim,
dindar, cömert, adil ve yumuşak huylu, suçluları çok
bağışlayan, az konuşan bir kimse idi. Meclisi, alim ve salih
insanlarla dolup taşardı.
Âlimlere çok saygı gösterirdi. Ebulkasım Kuşeyri ile İmam Ebulmeali Cüveyni
gelince ayağa kalkar ve sonra tekrar oturur idi. Fakat
Silsile-i Saadat* Ebu Ali Farimedi (k.s) gelince ayağa kalkar,
onu kendi makamına oturtur,
kendisi de onun önüne otururdu. Nizamiye Medresesi'ni* sırf İmam Gazali'nin (r.h) ilim öğretmesi için yaptırmıştı. Selçuklu
sultanı Alparslan'ın oğlu Melik Şah, bütün devlet işlerini Nizamülmülk'e havale edip ona Atabek* ünvanını vermişti.
Dirayetli bir şahsiyete sahipti. Sultanlar
karşısında bile şahsiyetini korumuştur. Alim, dahî. Fazıl, siyaset fenninde asrında yegâne kişi ve emsali az bulunur bir şahsiyetti. Çok isabetli kararlan vardı. Muvaffakiyetinin sırrı, emniyet ve itimad kazanmış olmasıydı. Bütün müslümanları, ırklarına
bakmaksızın eşit tutardı. Öbür taraftan gayr-i müslimlere karşı da müsamahakârdı.
Dini
sahada mezhep çekişme ve çatışmalarını
ortadan kaldırmış, memleketi terk etmek mecburiyetinde kalmış olan devrin büyük ve irfan sahibi şahsiyetlerinin yurtlarına dönmelerini
sağlamıştır. Ahaliyi sünnî
akideler etrafında toplamaya gayret sarf etmiştir. Çünkü Sünnîliğin kuvvet bulması,
Selçukluların siyasî ve fikrî hasmı Mısır Fatımî Devletinin temsil ettiği ve devamlı yaymak istediği şiî-batınî düşüncelere
karşı
gerekli idi. Bu yönde siyasi basiret sahibi olan Nizam-ül-Mülk,
sünnî mücadelede tamamen muvaffak olabilmek için medreseler kurdu ve
geliştirdi. Bunları
devletin himaye ve teftişi altına
aldı. Zamanında iyi bir nesil yetişti. Kişilerde görülen
fazilet ve rüşte göre lâyık oldukları mertebeye çıkarırdı. Kendi mallarından ilim erbabına
tahsisat bağlamıştı. Kendisinden söz
eden hemen hemen bütün kaynaklar onun ilme
hizmetinden, âlimleri himayesinden az veya çok bahsederler.
Bir rivayete göre;
fakir ve kimsesiz bir kadın, vezir Nizamülmülk'en bir müşkilinin
halledilmesi için yardım istemiş. Nizamülmülk de durup onunla konuşmaya başlamış. Bunun üzerine vezirin mabeyncilerinden biri o kadını
Nizamülmülk'ün yanından
uzaklaştırmak
istemiş. Vezir, mabeyncisinin bu hareketini çok çirkin
görmüş ve "Muhakkak ki ben sana bu gibilere
yardım edesin diye vazife verdim" diyerek onu haciblikten uzaklaştırmış.
Sultan Melik Şah’ın etrafındaki bazı hasetçiler vezir Nizamülmülk
hakkında ileri geri konuşmuş, hatta "Sizin mülkünüzde ortak olduğunu söyler"
demişlerdir.
Sultan da Nizamülmülk'e "Eğer benim saltanatta şerikim, mülkümde
ortağım
isen bunun da bir hükmü vardır.
Eğer
vekilim ve benim emrinde ise onun icablarını yerine getir" demiştir. Nizamülmülk
ise Sultan'a şu cevabı
vermiştir:
"Başındaki o sultanlık
tacı bendeki divite* bağlıdır.
Bu ikisinin birlikte olması her şeyin dirliği ve
saltanatının kıyamını
temin eder. Bu divitin kapağını
kapatırsam tacın
kaybolur gider. Bir kapıyı kırmadan
önce başına gelecekleri düşün".
Nizamülmülk
ün Selçuk Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet
olarak organize edilişinde büyük
rolü vardır. Ünlü Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam ı
korudu. Bağdat ve İsfahan da iki büyük ilim müessesesi
kurdurdu. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk ün
yazdığı
Siyasetname adlı değerli eser Batı
dillerine de çevrildi. Bu eser memleketimizde
de yayınlandı. Nizamülmülk bu eserinde,
hükümdarlara ve devlet adamlarına birçok örnekler vererek yol göstermekte ve
devlet yönetiminin çeşitli yönlerini incelemektedir. Ona göre; Hiçbir hükümdar veya ferman sahibi
kimse bu eseri okumaktan kendisini uzak tutamaz. Bir
hükümdarın halkına vereceği en büyük
ihsan adalettir. Halk adaletle yönetimden memnun olursa, o
memleket yaşar ve her gün
kudret ve güç kazanır. Memleket zulüm ile yaşayamaz. Hükümdar, zulüm görmüş olanların şikâyetlerini
bizzat dinlemeli, zalimden hakkı
alıp zulüm görene vermelidir.
Büyük hizmetlerinden birisi de
“Askeri ikta”
sistemini geliştirmesidir ki, bu devlet idaresinde evvelce de bilinen bir müessese
olmakla birlikte, Nizam’ül-Mülk bunu indî ve şahsi takdirlerin neticesi olmaktan çıkarıp, muayyen
nizamlara bağlamış ve merkezi
otoriteyi temin etmiş, ahalinin haksızlığa uğrayıp ezilmesine mâni
olmuştur.
Büyük vezirin iktâ sistemi sayesinde Selçuklu Devleti, maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemekte, büyük bir Türkmen nüfusunu toprağa bağlayarak yerleştirmekte, üretimi arttırmakta, ayrıca halk ile hükümet arasında yeni bir askeri ve idari kadroya sahip bulunmakta idi.
Ordunun çok büyük malî külfet yüklediğinden 70.000’e düşürülmesi gerektiğini ileri sürenlere karşı çıkmış ve 400.000 kişilik ordunun bilakis 700.000’e çıkarılmasını müdafaa etmiştir. O, hedefin; Hin, Çin, Habeş, Berber, Rum ülkeleri olduğunu söylüyordu. Müsteşrik Anili Samuel şöyle demektedir: “Nizam’ül-Mülk ve Sultanın ömrü vefa etseydi, Avrupa dahi İmparatorluğun hudutları içine girerdi.”
Nizam’ül-Mülk, zamanı değerlendirme hususunda çok hassastı. Birgün Ebu İshak Şirâzi, kendisine üniversite yapılması için verilen ve yapılamayan 50.000 dinarın hesabının sorulmamasını rica etti. Nizam’ül Mülk’te, “Ben paranın hesabını düşünmüyorum. Boşuna geçen ve bir iş yapılamayan zamandan İlahî Huzurda hesaba çekileceğime inanıyorum.” der.
Sultana karşı çok fütursuz davranmıştır. Bir defasında Melik şahın tehdit-kâr ifadeleri karşısında, “Bu vezirlik diviti ile sarık, senin tacın ile o derece alâkadardır ki bu divit gittikten sonra senin tacın da kalmaz.” der.
Büyük vezirin iktâ sistemi sayesinde Selçuklu Devleti, maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemekte, büyük bir Türkmen nüfusunu toprağa bağlayarak yerleştirmekte, üretimi arttırmakta, ayrıca halk ile hükümet arasında yeni bir askeri ve idari kadroya sahip bulunmakta idi.
Ordunun çok büyük malî külfet yüklediğinden 70.000’e düşürülmesi gerektiğini ileri sürenlere karşı çıkmış ve 400.000 kişilik ordunun bilakis 700.000’e çıkarılmasını müdafaa etmiştir. O, hedefin; Hin, Çin, Habeş, Berber, Rum ülkeleri olduğunu söylüyordu. Müsteşrik Anili Samuel şöyle demektedir: “Nizam’ül-Mülk ve Sultanın ömrü vefa etseydi, Avrupa dahi İmparatorluğun hudutları içine girerdi.”
Nizam’ül-Mülk, zamanı değerlendirme hususunda çok hassastı. Birgün Ebu İshak Şirâzi, kendisine üniversite yapılması için verilen ve yapılamayan 50.000 dinarın hesabının sorulmamasını rica etti. Nizam’ül Mülk’te, “Ben paranın hesabını düşünmüyorum. Boşuna geçen ve bir iş yapılamayan zamandan İlahî Huzurda hesaba çekileceğime inanıyorum.” der.
Sultana karşı çok fütursuz davranmıştır. Bir defasında Melik şahın tehdit-kâr ifadeleri karşısında, “Bu vezirlik diviti ile sarık, senin tacın ile o derece alâkadardır ki bu divit gittikten sonra senin tacın da kalmaz.” der.
Bir mesele münasebetiyle, Melik şaha: “Senin ordun gece uyurken benim kurduğum ilim ve irfan
ordusu Allanın huzurunda geceleri kahramanca dizilirler. Saflar halinde, bağlı bulundukları
Sultan-ı Kâinata gözyaşları göndererek niyaza başlarlar. Sen ve askerlerin onların
dualarının himayesinde yaşıyorsunuz, onların ilim, irfan ve duaları ile kuvvetleniyorsunuz. Onların dua
ve niyaz ile attıkları oklar yedi kat göklere ulaşır.” demiştir.
Turtuşiye göre bu sözleri işiten Melik şah dize gelir. Nizam’ül-Mülk’ün kurduğu ilim ve irfan ordusunun kendi ordusundan daha faziletli olduğunu kabul eder.
Birgün Sultan, Nişâbur’da cami kapısında eski elbiseli gençleri görünce, sebebini sormuş. Büyük Vezir ona: “Bunlar dünyanın en şereflileri olup, kendilerinde dünya zevki bulunmayan ilim talebeleridir.” diye cevap vermiştir.
Turtuşiye göre bu sözleri işiten Melik şah dize gelir. Nizam’ül-Mülk’ün kurduğu ilim ve irfan ordusunun kendi ordusundan daha faziletli olduğunu kabul eder.
Birgün Sultan, Nişâbur’da cami kapısında eski elbiseli gençleri görünce, sebebini sormuş. Büyük Vezir ona: “Bunlar dünyanın en şereflileri olup, kendilerinde dünya zevki bulunmayan ilim talebeleridir.” diye cevap vermiştir.
Nizam’ül-Mülk’ün
yaptırdığı
Bağdat Medresesi ve diğer medreseler (ki bunlar o zamanın
en büyük üniversiteleriydi) dünyanın
ilk üniversiteleri sayılmaktadır. Başlı çalan şunlardır. Belh Medresesi, Gazalinin müderris olduğu Nişâbur
Medresesi, Herat Medresesi, İsfehan Medresesi, Merv Medresesi,
Taberistan Medresesi, Rey Medresesi, Fusenc Medresesi, Haleb Medresesi ve
Musul Medresesi. Bu medreselerde umumiyetle, Arabca, Edebiyat, Kelâm, Tarih,
Hendese, Polemik, Mantık, Astronomi, Riyazât, Fıkıh, Hadis, Usul ve Tefsir gibi
ilimler okutuluyordu.
Bu medreselerde ilmî, mülki”, idari ve adlî kadrolar yetiştirilmiştir. Bunlardan Ömer Hayyam, Ebü’l-Muzaffer İsfirâzî, Meymûn B. Necip el-Vâsıtî gibi şahsiyetler. Tarih-i Meliki, Tarih-i Celâli veya Takvim-i Melikşahî adlı takvimi tanzim etmişlerdir. Yüksek fizik ve ışık bilgisine dayanılarak yapılan bu takvim hâlen kullanılmakta olup bugün bizim kullandığımız Milâdî (Gregorien) takvimden daha sağlam hesaplara dayandırılmıştır. Ayrıca gene bu medreselerden büyük tabibler, lisan âlimleri,belagatçiler yetişmiştir. Kimya, boya sanayii ve kâğıt imalâtı üzerindeki çalışmalar da takdire şayandır.
Nizam’ül-Mülk idareciliği yanında kiÂtap da yazmıştır. Siyer’ül-Mülûk veya Siyasetname adını taşıyan ve Farsça olarak yazdığı meşhur kitabında, “Devlet İdaresi hakkında kendi görüşlerini ve idarenin cereyan tarzını gelecek nesillere intikal ettirmek gayesini” gütmüştür. Türkçeye ve belli başlı dünya dillerine çevrilen bu kitabın en eski ve en doğru nüshası İstanbul da Molla Çelebi Kütüphanesindedir.
Nizam’ül-Mülk, azınlık ve gayr-i Müslimlerin hak ve hukukuna çok riayetkâr idi. Hatta bir defasında İbn-i Allan isimli bir yahudi yanlışlıkla öldürüldü. Nizam’ül-Mülk üç gün dışarıya çıkmadı ve Sultana da teessüflerini bildirdi. Hâdise tahkik ettirildi. Sultan Melik şah, bir kasdın olmadığını bildirerek ayrıca özür diledi.
Bütün mezheplere karşı çok olgun bir tutum sürdürdü. Kendi mezhep görüşüne sahib Ebu Nasr (M. 1077) H. 469’da Hacdan dönüp Bağdat Nizamiye Medresesinde vaazlar edip, Eşarîlerin üstünlüğünü, Hanbelîlerin dar düşüncede olduklarını söylüyordu. Buna müdahale eden Nizam’ül-Mülk, bütün vaizleri bir divanda toplayıp, Ahmed İbn-i Hanbelî’n faziletlerini anlattı. Mezheplerin tefrik edilmeyeceği, birbirleri aleyhinde konuşulmayacağı kararlaştırıldı. Sonra da bu durum bir disiplin altına alınÂdı.
Nizam’ül-Mülk, sünnî mezhepler arasında mutedil davranıyor, şiflere karşı da tefrik ve tefrika siyaseti takip etmiyordu. Seyyidleri, şerifleri himayesi altında bulunduruyordu. İfrada gitmeyen Alevîlere hane-gâh, hatta medreseler inşa ediyordu. Böylece mutedil şiiler tam bir hürriyet ve himayeye mazhar idi.
Selçuklu Sultanları ve beyleri de Şii imamların türbelerini inşa ve tamir ettirmekte kusur etmedikleri gibi, ziyaretlerinide eksik etmiyorlardı.
Bu sıralarda Selçuklu Devleti, Medreseler vasıtasıyla bir yandan ilmi koruyarak yükseltiyor, büyük irfan ordusu sayesinde de aşırı Fatımîler idaresinde yürütülen sünnî aleyhtarı propagandalara karşı İslâm dünyasını ve devlet bünyesini kuvvetlendiriyordu.
Bütün bunlara rağmen, Şii görünen aslında sahtekâr bir bâtınî olan Hasan Sabbah her şeyi altüst edecektir. Nizam’ül-Mülk. Hasan Sabbah hakkında şunları söyler: “Her devrin asileri vardır. Fakat hiçbirisi Batıniler kadar meş’um olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyeti ve bu devleti fesada vermektir. Bu sahtekârlar bir de müslümanlar arasında görünüyorlar. Ben öldükten sonra, bütün mümtaz insanları kuyuya attıkları, davul sesleriyle ortalığı çınlatıp, sırlarını açığa vurdukları zaman benim bu; sözlerim anlaşılacaktır.”
Gerçekten Hasan Sabbah’ın bir fedaîsi tarafından şehit edildikten sonra bütün dedikleri çıkmıştır.
Bu medreselerde ilmî, mülki”, idari ve adlî kadrolar yetiştirilmiştir. Bunlardan Ömer Hayyam, Ebü’l-Muzaffer İsfirâzî, Meymûn B. Necip el-Vâsıtî gibi şahsiyetler. Tarih-i Meliki, Tarih-i Celâli veya Takvim-i Melikşahî adlı takvimi tanzim etmişlerdir. Yüksek fizik ve ışık bilgisine dayanılarak yapılan bu takvim hâlen kullanılmakta olup bugün bizim kullandığımız Milâdî (Gregorien) takvimden daha sağlam hesaplara dayandırılmıştır. Ayrıca gene bu medreselerden büyük tabibler, lisan âlimleri,belagatçiler yetişmiştir. Kimya, boya sanayii ve kâğıt imalâtı üzerindeki çalışmalar da takdire şayandır.
Nizam’ül-Mülk idareciliği yanında kiÂtap da yazmıştır. Siyer’ül-Mülûk veya Siyasetname adını taşıyan ve Farsça olarak yazdığı meşhur kitabında, “Devlet İdaresi hakkında kendi görüşlerini ve idarenin cereyan tarzını gelecek nesillere intikal ettirmek gayesini” gütmüştür. Türkçeye ve belli başlı dünya dillerine çevrilen bu kitabın en eski ve en doğru nüshası İstanbul da Molla Çelebi Kütüphanesindedir.
Nizam’ül-Mülk, azınlık ve gayr-i Müslimlerin hak ve hukukuna çok riayetkâr idi. Hatta bir defasında İbn-i Allan isimli bir yahudi yanlışlıkla öldürüldü. Nizam’ül-Mülk üç gün dışarıya çıkmadı ve Sultana da teessüflerini bildirdi. Hâdise tahkik ettirildi. Sultan Melik şah, bir kasdın olmadığını bildirerek ayrıca özür diledi.
Bütün mezheplere karşı çok olgun bir tutum sürdürdü. Kendi mezhep görüşüne sahib Ebu Nasr (M. 1077) H. 469’da Hacdan dönüp Bağdat Nizamiye Medresesinde vaazlar edip, Eşarîlerin üstünlüğünü, Hanbelîlerin dar düşüncede olduklarını söylüyordu. Buna müdahale eden Nizam’ül-Mülk, bütün vaizleri bir divanda toplayıp, Ahmed İbn-i Hanbelî’n faziletlerini anlattı. Mezheplerin tefrik edilmeyeceği, birbirleri aleyhinde konuşulmayacağı kararlaştırıldı. Sonra da bu durum bir disiplin altına alınÂdı.
Nizam’ül-Mülk, sünnî mezhepler arasında mutedil davranıyor, şiflere karşı da tefrik ve tefrika siyaseti takip etmiyordu. Seyyidleri, şerifleri himayesi altında bulunduruyordu. İfrada gitmeyen Alevîlere hane-gâh, hatta medreseler inşa ediyordu. Böylece mutedil şiiler tam bir hürriyet ve himayeye mazhar idi.
Selçuklu Sultanları ve beyleri de Şii imamların türbelerini inşa ve tamir ettirmekte kusur etmedikleri gibi, ziyaretlerinide eksik etmiyorlardı.
Bu sıralarda Selçuklu Devleti, Medreseler vasıtasıyla bir yandan ilmi koruyarak yükseltiyor, büyük irfan ordusu sayesinde de aşırı Fatımîler idaresinde yürütülen sünnî aleyhtarı propagandalara karşı İslâm dünyasını ve devlet bünyesini kuvvetlendiriyordu.
Bütün bunlara rağmen, Şii görünen aslında sahtekâr bir bâtınî olan Hasan Sabbah her şeyi altüst edecektir. Nizam’ül-Mülk. Hasan Sabbah hakkında şunları söyler: “Her devrin asileri vardır. Fakat hiçbirisi Batıniler kadar meş’um olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyeti ve bu devleti fesada vermektir. Bu sahtekârlar bir de müslümanlar arasında görünüyorlar. Ben öldükten sonra, bütün mümtaz insanları kuyuya attıkları, davul sesleriyle ortalığı çınlatıp, sırlarını açığa vurdukları zaman benim bu; sözlerim anlaşılacaktır.”
Gerçekten Hasan Sabbah’ın bir fedaîsi tarafından şehit edildikten sonra bütün dedikleri çıkmıştır.
Nizam’ül Mülk’ün Siyasetnamesi
Eserde
yoğun bir dinî bağlam içerisinde genelde devlet işleri, devlete ve hükmetmeye
dair temel ilke ve düşüncelere yer verilir.
|
İslâm felsefesi kitâbiyatında, felsefî ahlâkın politique kısmı için "ilın- i tedbîr -imedine"
(şehir yönetimi ilmi) tabiri
kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefiahlâk konusunda ilk
fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte ise de, ilm-itedbîr -i
medine üzerinde önemle duran ve bu
sahada eserler telif eden kişi olarak Farabi
gözükmektedir. Ârâu ehli medineti'l fâzıla
adlı eseri, bu konuda yazdıklarının en önemlisidir.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder