9 Mayıs 2013 Perşembe

El yazmalarımız AB'ye girdi




Milli Kütüphane,Avrupa Birliği'nin dijital kütüphanesi 'Europeana'ya Türkiye'den giren ilk kurum oldu. Milli Kütüphane'nin dijital ortamındaki 27 bin 50 el yazması ve 10 bin civarı eski harfli dergi artık Avrupalı tarafından da görülebilecek. Böylelikle Avrupa ülkelerinin kültür kurumları, bilgi-belge merkezleri birleştirilmiş oldu.Milli Kütüphane Genel Müdürü Tuncel Acar, 'Bizdeki 27 bin civarı yazma eser dijital ortamdaydı ama Europeana'nın sitesi içinde yoktuk biz. Bu bir eksiklikti. Birkaç gün önce Europeana ile bir protokol imzalayarak Milli Kütüphane eserlerini de sistemlerine dahil ettik' dedi.





El yazmalarımıza eller baktı ( Haber Yazısı - Linke tıklayın )

http://www.sonhaber.nl/gundem/el-yazmalarimiza-eller-bakti-h19046.html

Atabetü'l-Hakayık (günümüz Türkçesi ile Gerçeklerin Eşiği), Edip Ahmet Yükneki'nin 12. yüzyılda, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd Sipehsalar'a hediye ettiği, hadis ve Arapça beyitlere dayanarak yazdığı şiirlerle, ahlaklı insan olmanın yollarını, ahlak ilkelerini açıklamış, çeşitli ahlakî öğütlerde bulunmuş, İslamî düşünce ve görüşlere yol gösterici olmuştur.
Modern zamanda ilk bilindiğinde "Hibetü'l-Hakayık" veya "Aybetü'l-Akayık" olarak, yanlış bir şekilde isimlendirmiştir. Eserde dünyayı, Allah'ı, insanı bilmenin sadece bilim yoluyla olabileceği anlatılır. Bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı hakkında olan konuyu işlemiştir.
Nazım birimi beyit ve dörtlüklerden oluşan bu eserini şair, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig’i gibi aruz vezniyle ve Kaşgar Türkçesi ile yazmıştır. Şairin bu eserini nerede ve ne zaman yazdığı kesin olarak bilinmemektedir. Atabetü'l-Hakayık'ın Kaşgar şivesiyle, Uygur harfleriyle yazılmış ilk yazması İstanbul'da Ayasofya Kütüphanesi'nde bulunmaktadır

Özellikleri 


[değiştir]

  • Edip Ahmet Yükneki tarafından 12 yy. da yazılmıştır.
  • Konusu din ve ahlaktır.
  • Didaktik (öğretici) bir eserdir.
  • Gazel ve kaside denilebilecek tarzda şiirler vardır. Eser mesnevi tarzında yazılmıştır.
  • 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşmaktadır.
  • Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
  • Telmih (hatırlatma) sanatı kullanılmıştır.
  • Eser 14 bölümden oluşur. Baştaki 5 bölüm giriş, şairin "nevi" adını verdiği 8 bölüm asıl konu, sondaki 1 bölüm de bitiriş bölümüdür.
  • Giriş bölümleri kaside biçimiyle (aa ba ca da...), asıl konu ile ilgili bölümler ve bitiriş bölümü dörtlüklerle (aaba) yazılmıştır. Giriş bölümünde 40 beyit, asıl konu ve bitiriş bölümlerinde 101 dörtlük vardır. Eserin tamamı 484 dizeden oluşur.
  • Eser geçiş dönemi edebiyatı ürünüdür.




TERKİB-İ BEND (Kanunî Mersiyesi) ve açıklaması

TERKİB-İ BEND (Kanunî Mersiyesi)
Mersiye-i Hazret-i Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
(Birinci bend)
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng
 
An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng
 
Âhir mekânının olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng
 
İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng
 
İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng
 
Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng
 
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng
 
Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi
 
Vezin: mefûlü / fâilâtü / mefâîlü / fâilün
Günümüz Türkçesiyle
1. Ey şan ve şöhret düşüncesinin tuzağına ayağı bağlı olan kişi, bu kararsız dünyanın işleriyle uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek?
2. Ömrünün ilkbaharının son bulup lâle renkli yüzünün güz yaprağına döneceği o günü düşün.
3. Sonunda senin de hayat kadehine feleğin elinden bir taş gelecek ve yerin, kadehin son yudumu gibi toprak olacak.
4. Gerçek insan, yüreği ayna gibi temiz ve lekesiz olan in¬sandır. Eğer sen de insansan, göğsünde bu kaplan kini ne arıyor?
5. Bâkî da ibret alması gereken gözünde bu gaflet uykusu ne zamana kadar sürecek? Sana aslanpençeli pâdişâ¬hın başına gelen olay ibret alman için yetmez mi?
6. O, mutluluk ülkesinin usta binicisi pâdişâhın atına, dola¬şırken dünyâ alanı dar gelirdi.
7. Macar kâfirleri onun kılıcının suyuna baş eğdiler. Fransız kâfirleri de kılıcının cevherinin tadını tadıp beğendiler.
8, Taze gül yaprağı gibi yüzünü yavaşça yere koydu. Devran hazinecisi de onu değerli bir mücevher gibi sandığa yerleş¬tirdi.
 
 
4. Bent:
1. İlkbahar bulutu senin acından benim gibi ağlayıp dövün¬sün; ağlaya ağlaya ufukları çepeçevre dönüp dolaşsın.
2. Sabah vakti öten kuşların iniltileri dünyayı tutsun. Güller saçlarını başlarını yolsunlar, bülbül âh çekip feryat etsin.
3. Dağlar yas tutup, sümbüller saçlarını yolsun, ağlasınlar; sel gibi akan gözyaşlarını eteklerine döksünler.
4. Güzel huyunun kokusunu andıkça, Tatar miskinin göbe¬ğinin içi, derdinle lâlenin içi kapkara olsun.
5. Gül senin ayrılığın üzüntüsüyle yollara kulak verip dinle¬sin. Nergisin yaptığı gibi kıyamete kadar senin gelmeni beklesin.
6. İnci gibi gözyaşları döken göz ağlamaktan dünyayı denizlere döndürse, yine de senin gibi büyük, değerli bir inci meydana getirmez
7. Ey gönül, bu anda bana dost olan yalnız sensin. Gel bari ney gibi birlikte ağlayıp inleyelim.
8. Ahımız ve iniltilerimizin sesini göklere yükseltelim. Bu yedi bend, padişahın derdini çekenleri büsbütün coştursun.
Şiir ve Zihniyet: Osmanlı devletinde tahtta en uzun süre kalan 16. yüzyıl Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üzerine, aynı yüzyılda yaşayan Bâkî'nin ünlü mersiyesini okudunuz.
Şiirde dönemin zihniyetini yansıtan toplumsal, siyasi, askerî, ekonomi, sa¬nat, dil, din ile ilgili unsurlardan bazıları şunlardır:
• Birinci bendin altıncı beytinde "mülk-i saadet" ifadesinden, ekonominin iyi olduğunun, insanların refah içinde yaşadığının işaretidir.
• Dünyanın geçici oluşunun vurgulanması dönemin sanatçılarının dünyaya bakış açısının izleridir.
• Aynı beyitte padişahın atıyla dünyayı dolaşmasına değinmiştir. Bura¬dan Osmanlı'nın ulaşımını atlarla sağladığı ve ülkeleri fethedebilecek kadar güçlü bir devlet olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
• Bâkî'nin şiirlerinde Kanunî devrinin görkemli, zengin hayatını bulmak mümkündür. Bakî rahat ve ihtişamlı bir devrin şairi olduğunu hemen hissettirir.
• Bilindiği gibi 16. yüzyıl Osmanlı'nın her alanda (askeri, siyasi, kültürel, iktisat) en parlak dönemidir. Birinci bendin seki-zinci beytinde Avrupa ül¬kelerinden Macaristan ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'nin büyüküğünü kabul ettiğini görüyoruz. Bu, dönemin siyasi görünümünün edebî esere yansımasıdır.
Şiirde Ahenk: Ahenk, aruz ölçüsü ve uyaklarla sağlanmıştır. Okuduğunuz şiir, "mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün" kalıbıyla yazıl-mıştır.
I. BENT:
nam ü neng a
bî-direng a
nevbahar-ı ömr x -eng: zengin uyak Terkiphane
rûy-ı lale - reng a
kuffar-ı Engerus x
eyledi Freng a
 
gülberg-ı ter gibi b gibi: redif Vasıta beyti
güher gibi b
 
IV. BENT:
bî-karâr c
nev-bahâr c
subh-dem x –ar: zengin uyak Terkiphane
hezar c
hem nefes x
zâr-zâr c
bülend d "-end": zengin uyak Vasıta beyti
bend d
Şiir Dili: Şiirde sözcükler; gerçek, yan ve mecaz anlamlarıyla kullanılmış, dizelerde sanatlı anlatımlara yer verilmiştir. Özel-likle 1. bentte Arapça ve Farsça sözcüklere, tamlamalara çokça yer verilmiştir. Öyle ki bu bentte "ey" sözcüğünün dışında Türkçe sözcük kullanılmamıştır.
Tenasüp (anlamca ilgili sözcüklerin aynı birimde toplanması) sanatına sıkça yer verilmiştir. Şair üçüncü beyitte hayatı kadehe, benzetiyor. Kadehin son yudumu gibi toprak olacağını söyleyerek sanatsal ifadelere yer veriyor. 1. bendin dördüncü beytinde paslanmış ayna, kaplan derisine benzetilmiştir.
ŞİİRDEKİ BENZETMELER
Benzeyen Kendisine Benzetilen
Dünyanın zevkleri tuzak
İnsan vücudu içki kadehi
Ecel taş
Kalp ayna
Kanunî aslan, baş süvari
Kanûnî'nin yüzü gül yaprağı
Kanûnî'nin vücudu elmas (mücevher)
Dördüncü bendin ilk beytinde ilkbahar bulutunun ağlamasında bir kişileşti-rilme söz konusudur. İkinci beytinde tenasüp sanatı vardır. "Nale, mürgan, sulh-dem, gül, âb u figan, hezar" sözcükleri anlamca ilgilidir. "Hezar" söz¬cüğüyle tevriye yapılmıştır. Hezar hem "bülbül", hem "binlerce" anl***** geliyor. Üçüncü beyitte, sümbüllerin saçını çözüp ağlaması kişileştirme (teşhis) sanatına örnektir. Dördüncü beyitte gül, insan gibi düşünülmüş (teşhis), intizar hem gözlemek hem de beklemek anlamında "tevriyeli" kul¬lanılmıştır. Aynı beyitle hüsnitalil sanatı da vardır.
Şiirde Yapı: Bu şiirin nazım şekli "terkib-i bencfdir. Nazım birimi de adından anlaşılacağı gibi "bent”tir. Alt birim olan "beyit-ler bir araya gelerek ana birim olan "benfi oluşturur. 5-15 arasında değişen bendlerden kurulur. Her bent genellikle 5-10 be-yitten oluşur. Bendler, "terkiphane" ve "vasıta" bölümle¬rinden meydana gelir. Vasıta beytinde, dizeler kendi aralarında uyak-lıdır. Va¬sıta beyti, her bendin sonunda tekrarlanırsa, nazım şekli "terci-i bend" adını alır. Terkib-i Bend, bir musammattır. Nazım birimi beyit değil, benttir.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikâyetler, dinî, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır, toplumsal yergilere yer verilir.


Kaynak:http://www.kulturforum.biz/2011/01/terkib-i-bend-kanuni-mersiyesi-ve.html

Fuzuli'nin Şikâyetnâme'si


(Osmanlıca: شکايت نامه) Fuzûlî'nin en önemli eserlerinden biridir. Kanuni Sultan Süleyman 1534 yılında Bağdat'ı fethettikten sonra Fuzûlî Osmanlı sarayının hizmetine girmiş ve padişaha kasidelersunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında da 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Ancak maaşını alamayınca, bürokrasiyi, rüşvetçiliği ve yozlaşmayı yeren kâfiyeli nesir tarzındaŞikâyetnâme 'yi yazmıştır. Eserin en bilindik cümlesi şöyledir:
سلام وردم رشوت دگلدر ديو آلمادىلر
Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar
Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.
Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: - Bizim adetimiz böyledir.
Dedim: - Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: - Beratımın gereği niçin yerine gelmez?
Dediler: - Zevaittir, husulü mümkün olmaz.
Dedim: - Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: - Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?
Dedim: - Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.
Dediler: - Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.
Dedim: - Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.
Dediler: - Bu hesap, kıyamette sorulur.
Dedim: - Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.
Dediler: - Ondan dahi korkumuz yoktur, katipleri razı etmişiz.
Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.

Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eik%C3%A2yetn%C3%A2me

Fuzuli "Bad-ı Sabadan Gayrı" - Dertli Divani( İzlemek için linke tıklayın. )

http://www.youtube.com/watch?v=PQg1lg4WT9M

Yusuf Has Hacip / Kutadgu Bilig



Yusuf Has Hacib Karahanlı edip, şâir ve devlet adamı. Doğu Türkistan’daki Balasagun şehrinde, muhtemelen 1017 yılında doğdu. Asil bir Türk ve Müslüman âileye mensup olduğu tahmin edilmektedir. Balasagun’da tahsil ve terbiye gördü. Karahanlı hizmetine girip, ‘Has Hâcib’ unvânını almadan önce Balasagunlu Yûsuf, olarak tanındı.
Balasagunlu Yûsuf, kendini çok iyi yetiştirdi. Elli yaşlarındayken on sekiz ay içerisinde manzum olarak Kutadgu Bilig adlı meşhur eserini yazdı. Bu kitabı, Kaşgar’a gelip, 1070′te Karahanlı hükümdarı, edebiyat meraklısı Uluğ Kara Buğra Hana arz etti. Kara Buğra Han, Türklerin ahlâk hukuk ve devlet idâresi ile törelerini çok güzel olarak dile getiren eseri, Balasagunlu Yûsuf’a, sarayında okuttu. Kutadgu Bilig, Karahanlı Sarayında günlerce okunup, çok beğenildi. ‘Uluğ Has Hâcib’ unvânı ile başvezir yardımcılığı ile taltif edilerek, en yüksek Karahanlı devlet memuriyetlerinden biri verildi. Bu vazifesiyle ‘Yûsuf Has Hâcib’ olarak tanınıp, târih ve edebiyat literatürüne girdi.
Yûsuf Has Hâcib, İslâmî Türk edebiyatının, eseri elimize geçen ilk yazarıdır. Devrinin bilgin bir yazarı ve Türk tefekkür târihinin mümtaz bir düşünürüdür. Eserini, münâcât, nât, cihâr yâr-ı güzîn’i övme ile süslemiştir. Yûsuf Has Hâcib’in vefâtı muhtemelen 1077′dir.
Karahanlı dönemindeki yeni oluşum diğer alanlarda olduğu gibi kendisini edebiyatta da göstere­rek, özellikle bu dönemde önemli bir Türk-İslâm merkezi haline gelen Doğu Ka­rahanlıların başkenti Kaşgar‘da, İslâmî Türk edebiyatının bilinen ilk eserleri -XI. yüzyıl ortalarında- Hakanî Türkçesi ile yazılmaya başlandı. Bunlardan biri Balasagunlu Yûsuf’un Balasagun’da iken yazmaya başladığı ve Kaşgar’a gele­rek orada tamamlayıp 1069/1070′te Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunduğu Kutadgu Bilig’dır.
Bu muazzam Türkçe eser, 6645 beyit olup aruzun fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl kalıbıyla yazılmıştır. Kutadgu Bilig, eski Türk ah­lâk ve devlet telakkisi ile İslâmî itikadı birleştiren nasihatname ve siyasetname mahiyetinde didaktik bir eserdir. Mesnevî nazım şekliyle yazılan esere Allah‘a hamd ile başlanmış, Hz. Peygamber ve Dört Halife övgüsünden sonra bahar tasviri ve hükümdarın medhine yer verilmiştir. Yedi yıldız ve on iki burç değerlen­dirildikten sonra “bilgi, dil ve iyilik” konulan üzerinde durulmuş ve kitabın adı ve manası açıklanmıştır.
Eserin asıl bölümü on ikinci bâbdan itibaren başlamak­tadır. Dört bölümden oluşan bu kısım, dört kişi arasında geçen bir münazaraya dayanmaktadır. Bunlar doğru yasayı temsil eden “Kün Togdı“, kut (saadet, ikbal ve devlet)’u temsil eden “Ay Toldı“, aklı ve bilgiyi temsil eden vezirin oğlu “Ög-dülmiş” ve kanaat ve akıbeti temsil eden vezirin akrabası “Odgurmış“tır. Eserde yer yer İslâm.öncesi Türk şiir geleneği tarzında nazmedilmiş dörtlüklere de rast­lanmaktadır. Kutadgu Bilig’in bilinen üç yazma nüshası vardır. Bunlar şunlardır:
1. Viyana nüshası: Uygur harfleriyle 1439′da Herat’ta yazılan bu nüsha TDK tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Kutadgu Bilig Tıpkıbasım l. Viyana Nüshası,İstanbul 1942).
2. Kahire nüshası: İstinsah tarihi bilinmeyen bu nüsha Kahire’de bulunmuş olup Arap harfleriyle yazılmıştır. TDK (Kutadgu Bilig Tıpkı­basım III, Mısır Nüshası, İstanbul 1943) ve Kültür Bakanlığı (Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib, Ankara 1993) tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır.
3. Fergana Nüshası: 1914 yılında Fergana’da Zeki Velidi Togan tarafından bulunan nüs­ha, Arap harfleriyle yazılmış olup başından birkaç yaprak eksiktir. Hacim itiba­riyle Kahire nüshasından daha hacimli olan bu nüsha da TDK tdk tarafından tıpkı­basım olarak yayımlanmıştır (Kutadgu Bilig Tıpkıbasım II, Fergana Nüshası, İstan­bul 1942).
Eserin bu üç nüshası karşılaştırılarak tenkitli metni (Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmış 2. baskı, Ankara 1979) ve Türkiye Türkçesine çevirisi (Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig, (Çeviri), Ankara 1988) Reşit Rahmeti Arat tarafından ya­yımlanmıştır.Reşit Rahmeti Arat tarafından hazırlanan indeksi ise Kemal Eraslan, Osman F. Sertkayave Nuri Yüce tarafından yayımlanmıştır (Kutadgu Bilig III İndeks, İndeksi Neşre hzr. Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce, İstanbul 1979). Fikri Silahtaroğlu, eseriTürkiye Türkçesine manzum olarak uyarlamıştır (Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması, Ankara 1996). A. Dilaçar, eserin yazıldığı dönem ile şairini tanıtıp mesneviyi değerlendirmiştir (Kutadgu Bilig İn­celemesi. Ankara 1995). Ahmet B. Ercilasun ise,Kutadgu Bilig’de kullanılan Türkçe Fiiller üzerine bir çalışma yaparak neşretmiştir(Kutadgu Bilig Grameri -Fi­il-, Ankara 1984).

Kaynak:http://www.cokbilgi.com/yazi/yusuf-has-hacip-kimdir-hayati-kutadgu-bilig/